1990’lı yıllar, Türkiye’de kamu çalışanlarının tarihsel hafızasında mücadeleyle anılan yıllardır. Grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı ve kamu emekçilerinin siyaset yapma özgürlüğü, o yıllarda yalnızca bir talep değil; bir yaşam biçimi, bir direniş kararlılığıydı. Bu mücadelelerin en önemli dönüm noktalarından biri ise, 1995 yılının 17-18 Haziran günlerinde Ankara Kızılay Meydanı’nda gerçekleşen ve benim de Eğitim Sen Genel Başkanı ve Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonlaşma Kurulu (KÇSKK) sözcüsü olarak bizzat içinde yer aldığım iki günlük oturma eylemiydi.

Bu eylem, sadece bir meydan işgali ya da geçici bir protesto değil, kamu çalışanlarının Türkiye sendikal tarihine attığı onurlu bir imzaydı.
KÇSKK öncülüğünde bir araya gelen kamu emekçileri sendikalarının ortak iradesiyle, yaklaşık 150 bin kamu çalışanı, Türkiye’nin başkentinde, ülkenin kalbinde iki gün boyunca süren bir direnişe imza attı.
Hiçbir taş atılmadan, hiçbir cam kırılmadan, insanlarımızın burnu dahi kanamadan gerçekleşen bu büyük eylem, Türkiye’de kararlı ve örgütlü mücadelenin en güçlü örneklerinden biri olarak tarihe geçti.
Çünkü bu eylem sadece ekonomik taleplerin değil, anayasal bir hakkın, siyaset yapma, Grev ve Toplu Sözleşme hakkının savunulmasıydı. Emekçiler artık “memur” değil, haklarının bilincinde olan yurttaşlardı. Devlete körü körüne bağlı değil, eşit yurttaşlık temelinde hak arayan bir emekçi sınıftı.

Sık sık şu soruyla karşılaştık: “Kamu çalışanı siyaset yapar mı?”
Biz ise şu cevabı verdik: “Devletin memuru olmak, halkın sorunlarına sırt çevirmek değildir. Eğitim, sağlık, ulaşım ve adalet… hizmeti veren bizler, aynı zamanda halkın içinden gelen yurttaşlarız. Halktan yana siyaset yapmak, demokrasiye sahip çıkmaktır.”
İşte bu anlayışla Kızılay’daydık. Hem kendi emeğimiz için hem halkın daha adil bir düzende yaşaması için fiili ve meşru mücadelemizi işçi sınıfı DİSK’in 15-16 Haziran direnişinden aldığımız öğreti ile ayaktaydık.
KÇSKK, o gün yalnızca bir kurul değil, bir kurucu irade olarak kamu sendikacılığının önünü açtı. Bu eylemin ardından kurumsallaşma adımları hızlandı. 2001 yılında anayasal zemine kavuşturulan (eksik de olsa) sendikal hakların temelleri, o günkü Kızılay Direnişi’nde atıldı. Eyleme katılan her kamu çalışanı, yalnızca alanlarda değil, ülkenin demokratik geleceğinde de yerini aldı.
Kızılay Meydanı’nda yükselen ses, yalnızca megafonlardan duyulmadı; anayasa kitapçıklarına, sendika tüzüklerine ve halkın vicdanına kazındı.

17-18 Haziran Kızılay Direnişi Bugün Ne Anlama Geliyor?
Bugün, 17-18 Haziran 1995’teki direnişi hatırlamak, sadece bir anımsama değildir. Bu miras, bizlere şunu hatırlatıyor:
Grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkı mücadelesi hâlâ günceldir.
Kamu çalışanlarının siyasal temsiliyeti, demokratik devletin olmazsa olmazıdır.
Örgütlü toplum, susturulamaz.
Barışçıl direniş, kararlı bir geleceğin zeminidir.
O gün Kızılay’da olanlar, sadece kamu çalışanı değil; demokrasi, adalet, özgürlük ve barış sevdalısı yurttaşlardı.
Ve bizler, bu iradeyi taşımaya, büyütmeye, geleceğe devretmeye devam edeceğiz.
15-16 Haziran direnişinden, 17-18 direnişine giden yolumuz; fiili ve meşru mücadele yoldur.
Çünkü; emek kazanacak, emekçiler konuşacak, tarih bir kez daha direnenleri yazacak.