12 Eylül 1980 sabahı Türkiye tank paletlerinin gürültüsüyle uyandı. O gün okunan darbe bildirisi, sadece bir iktidar değişimini değil, uzun yıllara yayılan bir karanlık dönemi başlatıyordu. Bugün hâlâ o sabahın gölgesindeyiz.
Darbe, Türkiye’ye üç büyük miras bıraktı.
İlki siyasetteydi: Partiler kapatıldı, anayasa değiştirildi, halkın iradesi yerine darbecilerin çizdiği sınırlar siyaseti belirledi.
İkincisi ekonomideydi: Sendikalar dağıtıldı, kapılarına kilit vuruldu, mallarına el konuldu, işçilerin kazanımları geri alındı, neoliberal politikalar emeğin değil sermayenin çıkarlarını önceledi.
Üçüncüsü toplumdaydı: Fişlemeler, yasaklar, işkenceler, idam sehpaları, sürgünler ve korku… Dayanışma duygusu parçalandı, yerine güvensizlik hâkim oldu.
Resmî rakamlar, o dönemin ağır bilançosunu hâlâ soğuk bir tablo gibi önümüze koyuyor:
650 bin gözaltı, 1 milyon 683 bin fişleme, 210 bin dava, 50 idam, 171 kişi işkencede öldürüldü, 30 bin kişi yurtdışına sürgüne gitti, 98 bin kişi “örgüt üyesi” olmakla suçlandı,
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı, 23 bin 677 dernek kapatıldı, 39 ton gazete, dergi, kitap imha edildi.
Fakat rakamların ötesinde, en derin kayıp insanların umutları ve yaşamlarına sinen korkuydu.
İşkencenin Karanlık Yüzü
12 Eylül yalnızca bir darbe değil, aynı zamanda devlet eliyle sistematik işkencenin kurumsallaştığı dönemdi.
Metris’ten Diyarbakır’a, Mamak’tan Dalaman’a kadar kurulan işkencehanelerde elektrik verme, falaka, cop, uykusuz bırakma, cinsel işkence, soğuk-sıcak şoklama gibi insanlık dışı yöntemler uygulandı.
Bu ülkenin gençleri, öğretmenleri, polisleri, işçileri, köylüleri… Özgürlük ve demokrasi isteyen her kesimi devlet terörünün hedefi oldu.
Galatasaray Meydanı’nda her Cumartesi yankılanan sessiz çığlık, o kayıpların hâlâ kapanmamış bir yara olduğunu hatırlatıyor.
Berfo ana oğlum birgün gelir diye kapısını hep açık tuttu, ancak oğlu Cemil Kırbayır gelmedi, Berfo ananın kapısı ve gözleri açık olarak aramızdan ayrıldı, ama onun sessiz çığlığı bizim yüreğimizde yangın yeri oldu.
Üzerinden 45 yıl geçti. Ancak 12 Eylül’ün kurumları ve yasaları hâlâ yürürlükte.
YÖK, siyasi partiler yasası, kayyum uygulamaları… “12 Eylül’le hesaplaşacağız” sözüyle iktidara gelenler, darbenin mirasını ortadan kaldırmak yerine onu devralarak güçlendirdi.
Bugün hâlâ aynı soruların cevabını arıyoruz:
Gerçekten 12 Eylül’le hesaplaştık mı?
Demokratik ve özgürlükçü bir anayasa neden hâlâ yapılmadı?
Neden hâlâ YÖK’ü kaldırmadık, 2820 sayılı siyasi partiler yasasını değiştirmedik?
Gerçek bir hesaplaşma için yalnızca geçmişi anmak yetmez. O günleri hatırlamak, bugünü değiştirme iradesiyle anlamlıdır.
Özgürlükçü bir anayasa yapılmadan, YÖK kaldırılmadan, siyaseti etik ilkelere dayandırmadan, kayyum siyasetine son verilmeden bu ülkede demokrasi nefes alamaz.
12 Eylül, sadece bir tarih değil; bugünün düzenini şekillendiren bir miras. O mirası değiştirmek, darağaçlarında yaşamı söndürülen gençlere, işkencede kaybedilenlere, özgürlük ve demokrasi uğruna bedel ödeyenlere karşı borcumuzdur.
Gerçek hesaplaşma, onların anısını yaşatmakla değil, onların hayalini kurduğu özgür ve demokratik Türkiye’yi inşa etmekle mümkün olacaktır.





