Sol siyaset, yalnızca bir ideolojik duruş değil, aynı zamanda bir ahlakın, bir vicdanın ve bir toplumsal sorumluluk anlayışının adıdır. Eşitlik, kardeşilk, dayanışma ve halkla birlikte halktan yana siyasettir. Bu anlayışla Cumhuriyet Halk Partili belediyeler halkçıdır.
Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin kimin hangi partiye oy verdiğine bakmaksızın herkese hizmet götürmesi, bu anlayışın en somut göstergesidir. Tam da bu yüzden, AKP iktidarı, yerel seçimlerde halktan destek gören bu belediyecilik anlayışını kendi iktidar alanı açısından bir tehdit olarak görmekte, bunu sistematik bir saldırıyla etkisizleştirmeye çalışmaktadır.
19 Mart’tan bu yana yaşananlar tesadüf değildir. CHP’li belediye başkanlarının bir bir gözaltına alınması, tutuklanması, il başkanlarının ve parti meclisi üyelerinin hedef haline getirilmesi, bir yargı operasyonunun değil, siyasi bir tasfiye sürecinin parçalarıdır.
İktidar sandıkta yenemediği CHP’yi siyasallaştırdığı, hükmettiği yargı yoluyla kuşatma altına almıştır.
Bu operasyonların kamuoyuna “hukukun üstünlüğü” adına sunulması ise gerçeği perdelemektedir. Çünkü gerçek bir adaletin tecelli edebilmesi için şeffaf ve tarafsız bir soruşturma gerekir. Oysa bugün, Sayıştay raporlarını Meclis’ten kaçıranlar; kendi bakanlıklarında yaşanan yolsuzlukları örtbas edenler; AKP’li belediye başkanları döneminde hazırlanan ve milyarlarca liralık usulsüzlüğü ortaya koyan denetim raporlarını sümen altı edenler, şimdi CHP’li başkanları hedef gösteriyor. Bu bir adalet arayışı değil, siyasal bir linç girişimidir.
Bugüne kadar yapılan basın açıklamaları, mitingler, yürüyüşler; kararlılıkla ortaya konulmuş olsa da, iktidarın bu saldırganlığına geri adım attıramamıştır. Buradan çıkarılması gereken ders açıktır: Mücadele yöntemimizi yeniden, daha stratejik ve sonuç alıcı biçimde ele almak zorundayız.
Bu noktada Adana Büyükşehir Belediye Başkanımız Zeydan Karalar’ın gözaltına alınmasının ardından Adana İl Örgütü ve halkımızın başlattığı oturma eylemi örneği, bize yeni bir direniş hattının ipuçlarını vermektedir. Sessizliğin değil, sürekli ve etkili bir direnişin örgütlenmesi şarttır. Ancak bu da yetmez. Siyasi iktidarı gerçek anlamda köşeye sıkıştıracak ve kamuoyunun dikkatini çekecek bir hamleye ihtiyaç var.

İşte tam da bu nedenle, Anayasa’nın 78. maddesi çerçevesinde bir “ara seçim zorlaması” artık bir ihtiyaç değil, zorunluluk haline gelmiştir. Meclis’te erken seçim kararını alacak çoğunluğa sahip değiliz. Ama Meclis aritmetiğini ve anayasal hakları stratejik biçimde kullanarak 30 seçim çevresinde ara seçim yapılmasını sağlayabiliriz. Hâlihazırda 8 milletvekilliği boşalmış durumda. Eğer partimizin güçlü olduğu bölgelerde 22 milletvekili daha istifa ederse, anayasa gereği 90 gün içinde bu çevrelerde seçim yapılmak zorundadır.
Bazı çevreler bu öneriye, “Ya Parlamento kabul etmezse?” itirazını getiriyor. Ancak bu itiraz anayasal çerçevede geçerlilik taşımaz. Çünkü boşalan milletvekilliklerinin tamamlanması anayasal bir zorunluluktur, bir tercihe bırakılmış konu değildir.
Örneklemek gerekirse; İzmir’in birinci ve ikinci bölgelerinde, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Ankara ve Adana gibi illerde birer milletvekili istifa ettiğinde, ortaya çıkacak 30 seçim çevresinde sandık kurulmak zorunda kalınacaktır. Anketler gösteriyor ki, “CHP’nin oy oranı %40’lara yaklaşırken, AKP %29’lara gerilemiş durumda.” Bu durumda ara seçimlerin galibi büyük olasılıkla CHP olacaktır.
Böyle bir başarı, sadece Meclis aritmetiğini değil, siyasi iklimi de değiştirecek; iktidarın moral üstünlüğünü tamamen kaybetmesine yol açacaktır. Tıpkı 12 Eylül darbesinden önce olduğu gibi; Adalet Partisi’nin 5 senato seçiminde 5-0 kazanarak Ecevit’i iktidardan indirmesi gibi… O gün nasıl bir stratejik hamle iktidarı değiştirdiyse, bugün de bu tarihsel deneyimden ders almak zorundayız.
Mücadelemiz içerideki yol arkadaşlarımızı özgürlüklerine kavuşturmak için; halkın iradesine yapılan saldırıya karşı durmak içindir. Bu mücadele tek başına CHP’lilerin sırtına yüklenemez. Toplumsal muhalefetin, sendikaların, baroların, demokratik kitle örgütlerinin ve tüm halk kesimlerinin bu sürece katılması sağlanmalıdır.
İktidarın adalet ve demokrasi maskesi çoktan düştü.
Artık yüksek sesle konuşmanın ötesine geçmeli, cesur adımlarla yol almalıyız.
Unutmayalım, mücadele geri adım attırabildiğimizde anlamlıdır.
Şimdi dayanışmanın tam zamanı!