1. HAL: ŞEYTANLIK
Bu Koca Dünyanın Şeytan İle İmtihanı
Günümüz insanlarının 20. yüzyıllarının ikinci yarısındaki bir söylentiye göre yaşlı dünyamız dört buçuk milyar yıl uzun ve çalkantılı bir hayattan sonra huzurlu bir emeklilik hayal ediyordu. Ancak mülkiyet şeytanının insanın gözlerini kör ettiği o günden beri savaşlardan ve kaoslardan başını kaldıramaz oldu. Yani huzurlu ve mutlu bir emeklilik hayali kabus oldu. Bütün kötülüklerin anası olan mülkiyet hırsı ve miras hukuku sayesinde Türkiye’deki emeklilerin durumuna düştü dünyamız. Yunanistan, Arjantin, Brezilya, Meksika ve benzer ülkelerin emekçileri ve emeklileri gibi…
Oysa bu dört buçuk milyar yıllık uzun yolculuğun son 200 bin yılında görüldü insan. Bu 200 bin yılın 195 bin yılını diğer nebatat ve hayvanat sürüleri gibi kendi halinde evrene ayak uydurmaya çalışarak sürdürdü.
Bugün bu tarihin son iki bin beş yüz yılı hakkında bilgi sahibiyiz. Bunun da iki bin yılının yüzde ellisini biliyoruz. O yüzde ellinin yüzde doksanını da krallar, beyler ve imparatorların dalkavuklarının ağzından duyduk. Son beş yüz yılda da bu durum çok az değişti.
İnsanlık tarihinin hikayelerini genellikle şeytan soytarıları aracılığıyla aktardı bize. Sadece bir an durup, sakince geriye bakınca savunmasız çocukları ve kadınları acımasızca öldüren katliamcılar, katiller, işkenceciler birer kahraman ya da kutsal kişiler olarak anlatıldı bize. Öyle bilindi hala daha öyle biliniyor, hep öyle bilinsin ve anlatılsın isteniyor.
Oysa başka hikayeler de var bu tarihin ara sokaklarında…
Milenyum Hikayesi
1987 yılı ilkbaharı… 12 Eylül cuntası ve devamcılarının baskılarına karşı yeniden yükselen mücadelenin ilk adımlarından biri olan 14 Nisan 1987 deki YÖK’e karşı öğrenci yürüyüşü sonrası… Dünyanın halleri üzerine politik ve felsefi tartışmaların yapıldığı Çorlulu Ali Paşa Medresesi… İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü yüksek lisans öğrencisi bir arkadaşımızın medresedeki yaşlı çınar ağaçları altında ısrarla anlattığı milenyum öngörüsü:
Milenyuma girdiğimizde insanlık emperyalist saldırganlığı yok edemezse dünyamız hızla yok oluşa doğru sürüklenecek. Emperyalistler dünyamızın can damarlarını kesiyor. Afrika kıtasını köleleştirerek yok ettiler. “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” beş yüz yıldır kanıyor. İklim, doğa, canlılar ve tüm topraklar saldırı altında. Bu vahşi saldırılara son verilmezse kâr hırsı dünyanın sonunu getirecek…
O tarihte 18-19 yaşlarında olan bizler için milenyum uzak bir gelecek gibiydi. Oysa sadece 13 yıl vardı. O tarihte yılların bu kadar hızlı koştuğunu henüz öğrenmemiştik. Milenyuma kadar ne emperyalistler kalırdı ne de işbirlikçileri dedik içimizden.
Ve o devamla dedi ki;
Mülkiyet ve iktidar hırsı; şeytanın katı halidir. Şeytan insanın kafasının tepesine çöreklenir ve affedersiniz uzuvlarıyla insanın gözlerini kapatıp kör eder. Nereye gittiğini bilmez insan. Sağa sola çarpıp her şeyi parçalar, kendini perişan eder. İşte bugün şeytanın ele geçirdiği insanlık “Amok Koşucusu” gibi hızla ve şuursuzca kendi yok oluşuna doğru koşuyor.
O tarihte tek kutuplu bir dünya yoktu. En azından teorik olarak iki kutuplu dünya tanımlaması doğru kabul ediliyordu. Sosyalist Blok vardı. Onun başını SSCB çekiyordu. Kendi içinde sorunlar yaşıyor olsa da emperyalist saldırganlığa karşı durması gerektiğini düşünüyorduk. Oysa o blok da mülkiyet şeytanının eline düşmüştü ve şeytan onları da türlü türlü hallere sokmaya başlamıştı. Komünist Parti hiyerarşisinden insanlığın başına bela olacak oligarklar yetiştiriyordu.
O tarihte henüz iklim krizini ciddiye almıyorduk. Dünyamız yanıyorum diye feryat ediyordu ama biz sesini duymuyorduk. Afrika açlıkla imtihan ediliyordu. Hem de bir savaş uçağının yapımına harcanan para ve enerjiyle binlerce çocuk açlıktan kurtulabilecekken, ölüme terk ediliyordu.
Herkese yetecek hava ve su vardı. Hep birlikte yiyebileceğimiz ballı incirler, hep beraber sürebileceğimiz toprak ve hep beraber bir ağızdan söyleyebileceğimiz şarkılar.
Bu koca dünya dile gelseydi eğer diyecekti ki: “Durun yapmayın bindiğiniz gemiyi batırıyorsunuz. Bastığınız dalı kesiyorsunuz. Bakın sizden önce gelen milyarlarca atanız bastığınız toprakların altında sessizce yatıyor. Bu hırs, bu ihtişam, bu kendini bilmezlik, bu şatafat, bu kibir, bu kendini beğenmişlik kimseye yaramadı. Yapmayın; çocuklara, analara kıymayın! Taptığınız paralarınız, değerli olarak tabir ettiğiniz madenleriniz, taşlarınız, bir çocuğun hayatıyla değiştirilebilir mi? Kimseye kalmadı bu dünya, size de kalmaz…”
Engels, ”Ailenin, Özeel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” kitabını şöyle bitirir. Daha doğrusu bütün o kitap boyunca ele aldığı bilgilerin, vardığı sonucu şöyle özetler. ”Aile var oldukça özel mülkiyet te var olacaktır. Özel mülkiyet var oldukça, sosyalizm kurulsa bile yıkılma ihtimali(geri dönüş ihtimali) her zaman olacaktır. Engels bu soruna bir çözüm bulamaz. SSCB bazı denemelerde bulunur başarısız olur. Keşke ”şeytan” kaynaklı bir sorunla karşı karşıya olsaydık. Çok kolay olurdu.
Sevgiler.
Selamlar.