Türkiye, otoriterleşmiş bir rejimin kıskacında, demokrasi ile tek adam yönetimi arasındaki en keskin geçiş süreçlerinden birini yaşıyor. Siyasal iktidarın kurduğu baskı düzeni, sadece kamu kurumlarını değil, toplumu oluşturan tüm kesimleri tahakküm altına alırken; muhalefetin nasıl bir yol izlemesi gerektiği sorusu da her geçen gün daha yakıcı hâle geliyor. Bugün bu sorunun cevabı, en çok ana muhalefet partisi olan CHP’nin alacağı tutumda gizli.
31 Mart 2024 yerel seçimleri, CHP’ye yalnızca büyükşehirleri kazandırmadı; aynı zamanda Türkiye’de “başka bir yönetim mümkün” umudunu yeniden yeşertti. Ancak bu umut, kalıcı ve kurucu bir siyasal değişime dönüşebilmek için sağlam bir strateji, ilkeli bir duruş ve kurumsal bütünlük gerektiriyor. Zira mevcut rejim, kendi siyasal meşruiyetini kaybettikçe muhalefeti parçalayarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Bu bağlamda CHP’nin içindeki tartışmalar, yalnızca bir parti içi hizipleşme değil, rejimin geleceğini belirleyecek ana eksenlerden biri hâline gelmiş durumda. Ekrem İmamoğlu’nun karşı karşıya olduğu siyasi yasak tehdidi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik soruşturmalar ve CHP’li belediyelere dönük operasyonlar; siyasal iktidarın hem 2028’e giden yolda muhalefeti etkisizleştirme çabası hem de yerel yönetimler üzerinden üretilen alternatif kamusal alanları hedef alma stratejisiyle doğrudan bağlantılı.
İmamoğlu ve CHP: Bireyden Stratejiye Geçiş Zorunluluğu
Ekrem İmamoğlu’nun siyasi geleceği, bugün sadece bir kişisel mücadele değil, muhalefetin bütününü etkileyen tarihsel bir kavşağa dönüşmüş durumda. Hakkında açılan davalar, bir yandan mağduriyet üzerinden kamuoyunda destek üretirken, diğer yandan CHP içerisinde liderlik senaryolarını da yeniden gündeme getiriyor. Bu ikili tablo, parti içinde bazı kesimlerin “İmamoğlu ile yola devam” kararlılığını artırırken, kimilerini ise alternatif arayışlara itiyor.
Ancak burada asıl mesele liderlik değişimi değil, liderliğin nasıl bir siyasal proje etrafında inşa edileceğidir. CHP, 100 yıllık geçmişiyle sadece bir parti değil; Türkiye’nin cumhuriyet birikimini, laiklik ilkesini ve sosyal devlet idealini taşıyan tarihsel bir yapıdır.
Bu nedenle liderlik, kişiler etrafında değil; ilkeler, hedefler ve örgütsel sadakat temelinde şekillenmelidir.
Belediyelere Yönelik Operasyonlar: Yeni Bir Vesayet Dönemi mi?
Son dönemde CHP’li belediyelere yönelik olarak başlatılan operasyonlar, hukukun değil, siyasetin gündemine göre şekilleniyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturmalarda beşinci dalgada da 47 kişi hakkında gözaltı kararı verildi; şu ana kadar 32 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara, Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar, Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin ve Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, önceki dönem MYK üyesi ve İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu ve partinin karar organı olan Parti Meclisi Üyesi Baki Aydöner gibi isimler bulunuyor. Bu sürecin yalnızca hukuki değil, doğrudan siyasal olduğu açık. Zira operasyonların zamanlaması, hedefi ve söylem dili; bir adalet arayışından çok muhalefeti sindirme hamlesini yansıtıyor.
Bu noktada CHP’nin en büyük sınavı; kendi içindeki disiplin anlayışını hukuk devleti ilkeleriyle birleştirebilmesi, yolsuzluk iddiaları karşısında savunmacı değil, hesap verebilir ve şeffaf bir tutum sergilemesidir. Aksi takdirde, kamuoyunda oluşacak güven kaybı, partinin yalnızca yerel yönetimlerdeki meşruiyetini değil, genel siyasal temsil kabiliyetini de zayıflatır.
İç Bütünlük ve Demokratik Gelecek: Muhalefetin Ortak Zemin Arayışı
Tüm bu gelişmeler, CHP’nin sadece bir seçim partisi olarak değil, aynı zamanda demokratik rejimin yeniden kurulmasında kurucu bir rol üstlenmesini zorunlu kılıyor. Ancak bu rol, yalnızca CHP’nin kendi içinde birlik sağlamasıyla mümkün olabilir. Parti içi hizipleşme, kişisel hesaplaşmalar ve güç odaklı kavgalar, bu süreci zehirler. Oysa tarih, böylesi dönemlerde kişisel hırsları değil; toplumsal sorumluluğu önceleyen kadroları yazıya geçirir. Bu görev ve sorumlulukta mevcut parti yönetimindedir.
CHP, bu noktada iki yönlü bir mücadele yürütmelidir: Birincisi, parti içinde ideolojik ve örgütsel birliktelik kurarak sağlam bir iç cephe oluşturmalı; ikincisi ise, yüzde elli artı bir gerçeği doğrultusunda, geniş bir muhalefet ittifakını yeniden inşa etmelidir. Bu ittifak, sadece seçim odaklı değil; Türkiye’yi yeniden güçlendirilmiş parlamenter demokrasiye taşıyacak bir siyasal mutabakat zeminine dayanmalıdır.
Bu Sınav, Yalnızca CHP’nin Değil,
Türkiye’nin Sınavıdır
Bugün CHP için yaşanan tartışmalar, yalnızca bir partinin iç meseleleri değil; Türkiye’de demokrasinin yeniden tesisi sürecinde verilecek kararların bir ön izlemesidir. İmamoğlu’nun geleceği, belediyelere yönelik baskılar, parti içi mücadeleler ve muhalefetin geniş tabanlı bir stratejiye evrilip evrilemeyeceği sorusu, aynı zamanda Türkiye’nin “ya demokrasi ya otoriterleşme” tercihiyle karşı karşıya kalacağı 2028 yolculuğunun da habercisidir.
Bu nedenle CHP’nin alacağı her karar, yalnızca partiyi değil; yurttaşın adalet, özgürlük ve eşitlik beklentisini de doğrudan ilgilendirmektedir. Bu sınavdan güçlü çıkan bir CHP, sadece muhalefeti değil, ülkenin kaderini değiştirme potansiyeline sahiptir.
Aksi hâlde, iç mücadeleye hapsolmuş bir CHP, iktidarın ekmeğine yağ süren bir görüntüden öteye geçemez.