14 Mayıs 2023 seçim sürecinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun yürüttüğü ittifak siyasetinde, birlikte seçime girilen partilere CHP listelerinde milletvekilleri gösterilmesi bugün eleştirilse de; dönemin CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in sözleriyle, “Milletvekilliği hesaplamaları, seçim sistemi ve Meclis çoğunluğu dengesi göz önüne alındığında zorunlu ve doğru bir hamleydi. Bu strateji, sadece bir seçim planı değil, Türkiye’yi birleştirme vizyonunun parçasıydı.”
Stratejik Siyasetin Hedefi: İktidar
14 Mayıs 2023 seçim süreci, sadece bir sandık yarışı değil, aynı zamanda Türkiye’de demokrasinin geleceği için kritik bir sınavdı. Bu sınavda Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun izlediği siyaset, bugün hâlâ tartışmalara konu edilse de; derinlemesine analiz edildiğinde, Türkiye’yi iktidara taşıma amacına hizmet eden, rasyonel ve cesur bir stratejidir.
Seçim sürecinde ittifak partilerine verilen 39 milletvekilliği, ne kişisel bir tercih ne de “hediye”dir. Bu milletvekillerinin tamamı, ilgili partilerin kendi hazırladığı listelerle belirlenmiş, ardından CHP Parti Meclisi ve MYK onayıyla listelere dâhil edilmişlerdir.
Yani Sayın Kılıçdaroğlu’nun şahsi müdahalesiyle değil, ortak aklın ve kurumsal mekanizmaların kararıyla yürütülmüş bir süreçtir.
Üstelik bugün Millet İttifakı listelerinden seçilenlerin 10 milletvekili farklı zamanlarda CHP’ye katılmışlardır.
Stratejinin Arkasındaki Nedenler
Peki bu karar neden alındı?
Çünkü seçim sistemi bunu gerektiriyordu. Türkiye’de her 100 bin oya karşılık bir milletvekili kazanılırken, bazı şehirlerde 340 bin oyla 3 vekil çıkarılabiliyor, arta kalan 40 bin oy ise boşa gidiyordu. İttifak stratejisiyle bu “artan oylar” birleştirildi ve toplamda daha fazla milletvekili kazanılması sağlandı.
Bununla da yetinilmedi. Eğer yapılabilseydi; Mecliste beş farklı partinin grup kurması sağlanarak, AKP iktidarının bütçeyi ve yasaları Meclis’ten geçirmesi zorlaştırılırdı.
Diğer bir konu ise; sağ seçmenle daha geniş bir temas kurularak, yıllardır kutuplaştırılan yüzde 35 – yüzde 65 dengesi bozularak, siyasette yüzde 50 – yüzde 50 dengesi sağlanarak ortak bir zemin oluşturulması hedeflendi.
Özgür Özel Ne Demişti?
O dönemde CHP Grup Başkanvekili olan Özgür Özel, 14 Mayıs 2023 seçim sürecinde ittifak partilerine verilen 39 milletvekiliyle ilgili çeşitli televizyon programlarında açıklamalarda bulunmuştu.
Özel, bu stratejinin seçim sistemi gereği olduğunu ve Meclis’te daha fazla milletvekili kazanmak için yapıldığını belirtmişti.
Ayrıca, bu milletvekillerinin ilgili partilerin kendi hazırladığı listelerle belirlendiğini ve CHP Parti Meclisi ile MYK onayıyla listelere dâhil edildiğini vurgulamıştı.
Özel’in ifadeleri, CHP’nin o dönemde yürüttüğü stratejinin kişisel değil, kurumsal bir karar olduğunu ve seçim yasasının dayattığı gerçekliklere karşı akılcı bir hamle olarak kurgulandığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kılıçdaroğlu’nun Liderlik Yaklaşımı
Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu stratejiyi uygularken gözettiği temel ilke, Türkiye’yi birleştirmek ve iktidar yolunu açmaktı.
Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Halk Partisi’ni halkın partisi yapma mücadelesi verdi.
CHP, halkın partisi kimliğini; kurucu kimliğini yeniden kazanması gerekiyordu. Bu da ortak zeminde birçok siyasi görüşle uzlaşmayı gerektiriyordu.
O nedenle mutabakat politikaları hazırlandı. Ortak zemin, güçlendirilmiş parlamenter sistemdi.
Seçimin kazanılması sadece önemli değil, elzemdi. Ülke yeni rejimle büyük bir çıkmaza girmek üzereydi. Bugün bu kaosu yaşıyoruz: “Çocuklar yatağa aç giriyorlar.”
Seçim sonrası bu stratejiye yüklenen bazı çevreler, meseleyi yalnızca “39 milletvekili verildi” gibi sığ bir noktaya indirgedi. Oysa bu stratejiyle sağlanan kazanımlar görmezden gelinemez.
Nitekim bu stratejinin kazanımlarını, 31 Mart 2024 yerel genel seçiminde Cumhuriyet Halk Partisi’nin dört yüzün üzerinde belediye kazanması ve seçimlerde birinci parti olarak çıkmayı başarması ile birlikte görmüş olduk.
Unutulmamalıdır ki, CHP’nin yüzde 50+1 oy oranını yakalaması, sadece kendi seçmeniyle değil, muhafazakâr, milliyetçi ve merkez sağ seçmenle de buluşmasıyla mümkündür.
Bu zemini oluşturmak kolay değildir. Toplumsal travmalar, ideolojik farklılıklar, siyasi önyargılar hâlâ derindir.
Ancak Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu Doktrini* anlayışını hayata geçirerek bu zorluğu aşmış, Türkiye için birleştirici bir siyaset inşa etmeye çalışmıştır.
Fakat 38. Kurultay sonrası “değişim” diyerek göreve gelen Özgür Özel’in Genel Başkanlığında oluşan yeni yönetim, “normalleşme” süreci ile bu emeği önce yok etmiş, şimdi ise tekrar toparlamaya çalışmaktadır.
Bu “değişim” politikasının bedelini toplum olarak ağır bir şekilde ödemekteyiz. Belediye başkanları, siyasi parti başkanları, gazeteciler, öğrenciler ve üst düzey belediye bürokratları cezaevlerinde.
Maalesef hukuk devleti olmak yerine, tek kişinin güdümündeki yargıçlar ve savcılar devleti hâline geldi.
Devletin bütün kurumları siyasi iktidara hizmet ediyor.
“Normalleşme” süreci baskıcı ve keyfi rejimi meşrulaştırdı.
Siyasi partiler politika üretemedi, siyasi manevra yeteneklerini kaybettiler.
Bunun sonucu olarak halk örgütsüz sokağa çıkmak zorunda kaldı ve gözaltına alındı, gençler tutuklandılar.
Sonuç ortada: toplum olarak bedeli hep birlikte ödüyoruz.
Bugünkü Tartışmalar: Kasıtlı Yıpratma Çabası
Ne yazık ki bu strateji bugün parti içi tartışmalara bilinçli olarak dâhil edilmekte, toplumun birleştirici gücü olan Sayın Kılıçdaroğlu yıpratılmak istenmektedir.
Oysa bu stratejiyi anlayamamak ya da anlamak istememek, sadece geçmişi çarpıtmak değil, aynı zamanda CHP’nin geleceğini de tehlikeye atmaktır.
Bugün hâlâ Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu stratejik yaklaşımını tartışıyorsak, onu eleştirmek için değil, anlamak ve sürdürmek için tartışmalıyız.
İktidar, kurtuluş mücadelemizde de olduğu gibi ancak böyle bütüncül bir siyasetle kazanılır.
Kazanılmış Olsaydı Ne Olurdu?
Eğer 14 Mayıs 2023’te Cumhurbaşkanlığı seçimini Kemal Kılıçdaroğlu Millet İttifakı ile kazansaydı, bugün bu süreci eleştiren parti içi ya da dışındaki kişi ve grupların büyük çoğunluğu, “biz birlikte başardık” diyerek başarıyı sahiplenirdi.
Seçim kaybedildiğinde ise aynı kararlar, aynı stratejiler kişisel hatalar gibi sunulmaya başlandı.
Oysa o günkü şartlarda yapılan her hamle, Türkiye’de demokrasiyi yeniden kurma iradesinin bir parçasıydı.
Siyasal olgunluk, dönemi bütünlüklü değerlendirmeyi gerektirir.
Bugünün başarısı dünde saklıdır; başarısızlıkları ise ders almamakta.