Nedir Türkiye’nin bir numaralı gündemi?
‘Sahi’ gündemimiz nedir? Biz neyi konuşuyoruz?
‘Gündem’ ile ‘temel sorun’ arasında kuvvetli bir bağlantı vardır elbette ama her zaman gündemimiz temel sorunumuzla ilgili olmaz. Ülkede öyle olaylar olur ki biz onu konuşmak zorunda kalırız ya da öyle gündem koyucu güçlü kişi ve kurumlar olur ki onlar gündemi belirlerler ve bu gündem hiç de temel sorunumuzla ilgili olmaz. Bırakın temel sorunumuzla ilgili olmasını, tam tersine bu gündem temel sorunumuzu gölgeleyebilir de.
Şimdi bakalım; bir numaralı gündemimiz nedir, biz ülke olarak birkaç gündür en çok neyi konuşuyoruz? Elbette İBB’ye yönelik ikinci dalga operasyonunu konuşuyoruz. Evet, evet ülke olarak, iktidarı ve muhalefetiyle hepimiz ikinci dalgayı konuşuyoruz. Bir süre önce İstanbul depremini konuşuyorduk. Ülkemiz böyle bir ülke; zaman zaman ‘doğal afetler’ olur ve biz birkaç gün bunu konuşuruz ama çabuk unuturuz.
Çabuk unuturuz çünkü bizim ülkemiz bir numaralı gündem konusunda hiç sıkıntı çekmez. Özellikle son yıllarda iktidar, müthiş propaganda makineleri ile istediği konuda gündem ortaya koyma, istediği gündemi bir numara yapma konusunda çok mahir. İktidar sadece gündem koymuyor, o gündemin istediği şekilde tartışılmasını da sağlıyor. Muhalefetin bugüne kadar gündem koymak şöyle dursun, iktidarın koyduğu gündemi farklı bir dille tartışma maharetini gösterdiği bile görülmemiştir.
Kimseye haksızlık etmemeliyiz; bu kolay değil, iktidarın dev propaganda makineleri ve devasa imkânları ile baş edip gündem değiştirmek zor. Bunu anlıyoruz ama bence olay sadece ‘iktidarın gücü’ ile ilgili bir mesele değil.
Esas mesele siyasetin nasıl algılandığı ve ne yapmak istediği ile ilgilidir. Eğer siyaset insanların yaşamını kolaylaştırmak, yaşamı zorlaştıran sorunlara çözüm üretmek olsaydı yine kolay değildi ama iktidarın gündemine takılıp kalmamak, ülkenin temel sorunlarını gündem yapmak mümkündü.
Bugün ülkemizde siyaset bir iktidar oyunundan ibarettir. İktidar yönetiyor, muhalefet de iktidarın elinden yönetimi almak istiyor. Yönetmek ise, devlet mekanizmalarını ele geçirip, imkânlarını kullanmak ve kullandırmak anlamına geliyor.
Evet, Türkiye’de siyaset bunun için yapılıyor; en yukarıdan en aşağısına kadar siyaset, kendini ve yakınlarını diğerinin bir adım önüne geçirme aracıdır.
Hatırlayalım; ne idi bugünlerde Türkiye’nin bir numaralı gündemi? İBB’ye yönelik operasyonlar. İktidara göre İBB yönetimi boğazına kadar yolsuzluklara batmış, o nedenle savcılar müdahale etmiş, hukuki bir süreç yönetiyorlar. Muhalefete göre ise bu süreç hukuki değil, siyasidir; Ekrem İmamoğlu önce İBB’yi iktidarın/Erdoğan’ın elinden aldığı, şimdi de Cumhurbaşkanı adayı olarak Türkiye’yi Erdoğan’ın elinden alacağı için yargı araç olarak kullanılarak devre dışı bırakılmaya çalışılıyor.
Erdoğan dememiş midir, “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır”? İmamoğlu, İstanbul’u almıştır ve şimdi de Türkiye’yi almaya soyunmuştur. Ne olmuştur bilmiyoruz; suç örgütü mü var, ihaleye fesat mı karıştı, rüşvet mi var, bunların hepsi spekülasyon; herkes biliyor ki İmamoğlu ve çalışma arkadaşları siyaseten tutuklanmıştır.
Sonuç itibarıyla bu savaş bir iktidar savaşıdır. Ama normal siyasetin araçları olan sandık ve oyla değil, yargı silahı ve iktidarın propaganda makineleri kullanılarak yapılıyor. Bu savaşın bu kadar sert olmasının nedeni sadece kullanılan araçlarla ilgili değildir. Bu savaşın bu kadar acımasız ve sert olmasının esas nedeni siyasete yüklenen anlamdır. Kazanınca her şey senin oluyor, kaybedince her şeyi kaybediyorsun.
İktidar her ne yapıyorsa en doğrusunu en doğru şekilde yaptığına inanıyor, muhalefet de iktidarın yaptığı her şeyin yanlış olduğunu, kendisi gelince her şeyin doğrusunu yapacağını söylüyor.
Şimdi hep beraber muhalefete soralım: “İktidar yanlış yapıyor, haklısınız, milletten topladıklarını bir avuç insana, yakınlarına dağıtıyor, millet ise perişan; baksanız ya, emekli 15 bin lira bile maaş alamıyor. Peki, siz geldiğinizde ne yapacaksınız?”
“Biz bunlar gibi yapmayız, doğruları yaparız, emekliyi, dar gelirliyi ezdirmeyiz…” diyeceklerdir elbette.
Devam edelim muhalefetle konuşmaya. Tamam, ‘doğru olanı’ yapacaksınız da nedir o doğru?
Soralım artık: Siz geldiğinizde ne yapacaksınız? Mesela; nasıl bir ekonomi, nasıl bir eğitim, nasıl bir sağlık…?
Benim kanaatim odur ki, ne kadar ısrar edersek edelim yine, ‘Hükümetin yaptıklarından daha iyi yapacaklarını, çünkü kendilerinin dürüst olduklarını, daha liyakatli kadrolarla çalışacaklarını falan’ söyleyeceklerdir. Hepsi o kadar!
Bir örnek:
Muhalefetin önemli temsilcilerinden biri bakınız elektriğin özelleştirilmesi ile ilgili ne diyor:
“TEDAŞ’ın Bursa, Balıkesir, Çanakkale ve Yalova’daki elektrik dağıtım ihalesi 2010 yılında Limak-Kolin-Cengiz ortaklığına verildi. Zamanla Kolin ve Cengiz çekilirken Limak, 4 milyon aboneyi tek başına yönetmeye başladı. Limak, bu şirketi daha sonra İngiliz yatırım fonu Actis’e, Actis ise 2024 yılında Amerikan General Atlantic şirketine sattı. 4 milyon abone önce yandaş şirketlere, sonra İngiltere’ye ve ardından da ABD’ye gitti. Vatandaşlarımız böylece topluca yabancı ülkelerin müşterisi, abonesi ve borçlusu hâline getirildi.”
Bu söylenenlerden ne anlıyoruz? Bu sayın temsilci özelleştirmelerle ilgili ne düşünüyor? Temel kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesine bir itirazı var mı? İktidara geldiklerinde şu anda iktidardakilerden farklı olarak ne yapacaklar? “Vatandaşlarımızın yabancı ülkelerin temsilcisi, abonesi ve borçlusu olmaktan kurtarılması” mı muhalefetin farklı olarak yapacağı? Muhalefetin vatandaşlarımızın yerli haydutların müşterisi, abonesi ve borçlusu olmalarını sorun olarak görmüyor mu?
Konuyu niçin dolaylı bir örnekle açıklamaya çalıştığımı da ifade edeyim. Böyle yapmak zorunda kaldım çünkü bugüne kadar ne muhalefetin cumhurbaşkanı adayı, ne de sert muhalefet yaparak tutsak cumhurbaşkanı adayını kurtarıp erken seçim sandığını milletin önüne koyacağını söyleyen ana muhalefet partisi, iktidardan farklı olarak ne yapacağını açıklamıştır.
Başta sağlık ve eğitim olmak üzere temel kamu hizmetlerinin ticarileşmesi devam edecek mi? Hükümet sistemi nasıl olacak, denge ve denetleme mekanizmaları nasıl işleyecek, parlamenter sisteme geçilecek mi… bunların hiçbirini bilmiyoruz çünkü muhalefet henüz bu konularda ne yapacağını söylemedi. Dış politika nasıl yürütülecek; örneğin; Suriye ile, İran’la, İsrail’le… ilişkilerimiz nasıl olacak, AB’ye, ABD’ye, Çin’e, Rusya’ya nasıl bakacağız,… bilmiyoruz. Bakın; Mehmet Şimşek, ‘kredi muslukları açılırsa’ muhtemel İran saldırısında ABD ve İsrail’in yanında olacağı sözünü vermiş. Bu saldırı, muhalefet iktidara geldiğinde olursa Türkiye ne yapacak? Bunu da bilmiyoruz.
Eğer muhalefet, temel kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesini ilke olarak reddetseydi, elektriğin özelleştirilmesinde sorunu yabancı şirketler meselesi şeklinde ortaya koymazdı. Vatandaş kışın ortasında elektriksiz, kalorifersiz soğukta perişan olurken kalkar derdi ki; “Elektrik bir temel kamu hizmetidir, ticarileştirilemez. Yaşadığımız elektrik kesintilerinin sebebi özelleştirmedir, özel şirket her şeye kar amacı ile bakar, böyle olunca da bakım yatırımları yapmaz. Bugün yaşadığımız kesintilerin nedeni elektrik hatlarının bakımsızlığıdır. Biz iktidara geldiğimizde vatandaşın elektriğini temel kamu hizmeti şeklinde karşılayacağız.”
İşte muhalefet ülkenin bir numaralı gündemini ancak böyle belirler.
Aksi takdirde her gün iktidarın koyduğu gündemin peşinde koşar. Bakın muhalefetin iki gündür uğraştığı gündeme! Jammer, jammer satın alan kamu kurumlarının listesi!
Türkiye’nin temel sorunlarından biri hiç kuşku yok ki depremdir. İstanbul’da deprem oldu; muhalefetin depremle uğraşacak hiç vakti olmadı. Çünkü iktidarın koyduğu gündemin peşinde koşuyordu, başını kaldıracak takati yoktu. Ana muhalefet partisinin İstanbul İl Başkanı basın toplantısı yaptı ve jammer çantalarını anlattı. Ana muhalefetin başkanı ise depremde İstanbul’a gelmedi bile, ama ikinci dalga ile birlikte tüm programlarını iptal ederek İstanbul’a geldi ve yaptığı basın toplantısında ‘jammer’ı anlattı, ihale ile jammer satın alan kamu kurumlarını açıkladı.