Türkiye’de millî eğitim sistemi, yıllardır öne çıkarılan sayısal başarıların gölgesinde derin bir nitelik krizine sürükleniyor. Okullaşma oranları ve derslik sayılarındaki artış, eğitim politikalarının birer başarısı olarak sunulsa da, bu rakamların ardında eğitimin içeriğine, niteliğine ve geleceğine dair ciddi soru işaretleri bulunuyor. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve uluslararası kuruluşların verileri, eğitimin nicel değil, nitel yönüne odaklanmanın artık kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.
Parlayan Rakamlar, Sönük Gerçekler
2023-2024 eğitim-öğretim yılı verilerine göre, Türkiye genelindeki derslik sayısı 742 bin 829’a, öğretmen sayısı ise 1 milyon 200 bine ulaştı. İlköğretimde %99,61, ortaöğretimde %91,77 ve 5 yaş grubunda okul öncesi eğitimde %95,36 gibi yüksek okullaşma oranlarına ulaşıldı. Ancak bu veriler, eğitimdeki nitelik sorunlarını maskelemeye yetmiyor. OECD’nin “Education at a Glance 2024” raporuna göre Türkiye, okul öncesi eğitimde hâlâ birçok OECD ülkesinin gerisinde. Erken çocukluk dönemindeki bu eksiklik, çocukların bilişsel ve sosyal gelişiminde kalıcı hasarlara yol açıyor. Artık eğitimin yalnızca yaygınlaştırılması değil, aynı zamanda derinleştirilmesi gerektiği tartışmasız bir gerçek haline gelmiştir.
Uluslararası Sınavlar: Türkiye’nin Karnesi Zayıf
Uluslararası başarı testleri, millî eğitim sisteminin niteliğini açıkça ortaya koyuyor. OECD tarafından yürütülen PISA 2022 sonuçlarına göre Türkiye; okuma becerilerinde 49., matematikte 50., fen bilimlerinde ise 47. sırada yer aldı. Her üç alanda da OECD ortalamasının altında kalınması, eğitimin çağın gerektirdiği analitik düşünme, problem çözme ve yorumlama becerilerini kazandıramadığını gösteriyor.
Benzer biçimde, TIMSS 2023 sonuçları 4. sınıf matematik ve fen alanlarında kısmi bir yükseliş sergilese de, bu sınavın daha çok müfredat bilgisine dayalı olması nedeniyle söz konusu artış, nitelik göstergesi olmaktan uzaktır. Öğrencilerin ezbere dayalı bilgilerle donatıldığı, ancak bilgiyi analiz etme ve yorumlama becerisinden mahrum bırakıldığı açıkça görülüyor.
Eğitime Bütçe Yok: Geleceğe Yatırım Yetersiz
Bir ülkenin eğitime ayırdığı kaynak, aynı zamanda geleceğe verdiği önemin göstergesidir. Ancak Türkiye bu alanda sınıfta kalıyor. OECD verilerine göre, Türkiye 2022 itibarıyla öğrenci başına yıllık 5.425 dolar harcama yaparken, bu rakam OECD ortalamasının (14.209 dolar) oldukça gerisindedir. Bu fark, teknolojik altyapıdan öğretmen maaşlarına, materyal yetersizliğinden laboratuvar olanaklarına kadar birçok sorunun temelini oluşturuyor.
TÜİK’in 2023 Eğitim Harcamaları İstatistikleri de tabloyu destekliyor. GSYH’nin yalnızca %4,3’ü eğitime ayrılmış durumda. Üstelik bu harcamaların %7,9’u doğrudan hanehalklarının cebinden çıkıyor. Bu durum, eğitimin özellikle dar gelirli aileler için giderek bir yük haline geldiğini ve fırsat eşitliğini zedelediğini gösteriyor.
Öğretmenler Yalnız ve Umutsuz
Millî eğitimin belkemiği olan öğretmenler, mesleki güvenceden ve saygıdan yoksun bırakılmış durumda. Eğitim sendikalarının verilerine göre yüz binlerce öğretmen adayı atama beklerken, okullarda ciddi branş dengesizlikleri yaşanıyor. Mülakat mağduru öğretmenler, liyakate dayalı atama bekliyor. Öte yandan, sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik gibi güvencesiz istihdam modelleri, mesleğin niteliğini derinden zedeliyor.
Buna ek olarak, 2024-2025 eğitim yılında yürürlüğe girecek “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi sık değişen, ideolojik yönü ağır basan müfredat uygulamaları, eğitim sisteminde istikrarı imkânsız kılıyor. AKP iktidarının stratejik yönelimi hiç değişmedi. Her yeni Millî Eğitim Bakanı, eğitim devrimlerini ortadan kaldıran bir yaklaşımla, laik, bilimsel, kamusal, karma ve çağdaş eğitim anlayışını dışlayarak kendi modelini dayatıyor. Bu durum, eğitimi kısa vadeli siyasal hedeflere indirgerken vizyonsuzluğu da ortaya koyuyor.
Derinleşen Eşitsizlik: Eğitimde Adalet Geri Planda
Eğitimin temel bir hak olduğu söylemi, uygulamada her geçen gün daha da anlamını yitiriyor. Kırsal bölgelerdeki köy okullarının kapatılması, çocukların taşımalı eğitime mahkûm edilmesi ve buna bağlı olarak taşıma ile beslenme sorunlarının bilerek çözülmemesi, hem öğrencileri hem velileri mağdur ediyor. Bu durum, eğitimde fırsat eşitliğini ortadan kaldırıyor; çocukların hem fiziksel hem sosyal gelişimini olumsuz etkiliyor.
Ayrıca özel okulların teşviklerle büyütülmesi ve kamusal eğitimin kaynaklarının kısıtlanması, sınıfsal eşitsizlikleri daha da derinleştiriyor. Gelir durumuna göre değişen eğitim niteliği, sosyal adaletin en temel ilkeleriyle çelişiyor.
Gecikilirse Gelecek Kaybedilecek
Tüm bu veriler, millî eğitimin sayısal büyüme uğruna nitelikten ödün verdiğini ve bunun çok yönlü bir krize dönüştüğünü ortaya koyuyor. Uluslararası sınavlardaki başarısızlıklar, yetersiz bütçeler, mesleki güvencesi olmayan öğretmenler ve giderek artan eşitsizlikler, ülkenin geleceğini ciddi şekilde tehdit ediyor.
Bu sorunları görmezden gelen siyasi irade, aslında Türkiye’nin en kıymetli kaynağı olan genç nüfusu ihmal etmiş oluyor. Eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması, siyasal çıkarlar yerine çocukların geleceğini esas alan bir anlayışla ele alınmalıdır. Aksi hâlde bu kan kaybı yalnızca okulları değil, ülkenin tamamını içine çeken bir çöküşe dönüşecektir.
Unutulmamalıdır ki, bugün millî eğitimde yaşanan bu kriz, sadece pedagojik değil; aynı zamanda siyasal bir tercihin, Cumhuriyetle hesaplaşmanın, laiklikten ve bilimden uzaklaşmanın sonucudur.